“Belagat”i; “İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği... Söz sanatlarını inceleyen bilgi dalı... Konuyu bütün yönleriyle kavrayarak, hiç bir yanlış ve eksik anlayışa yer bırakmayan, yorum gerektirmeyen, yapmacıktan uzak, düzgün anlatma sanatı... Bir şeyde gizli olan derin anlam” şeklinde açıklamış Türk Dil Kurumu Sözlüğü...
Cümle içinde kullanırken de; “sükûtun belagatİ” diyerek, gerçekten de sayfalarca anlatılsa, bu iki kelimeden ibaret ifade tarzı kadar etkili olmayacak şekilde noktayı koyuvermiş.
Sosyal Medyanın insan hayatına girmesiyle birlikte; eskiden, imrenilecek köşelerde arz-ı endam eden “anlı şanlı” yazarların, “burnundan kıl aldırmayan” “beyefendilerin”, kendilerini; “sırça köşklerin yegane sahibi” sayan, aile efradıyla birlikte toplum katmanlarının en üst zirvelerine layık hisseden tepeden bakışlıların, hülasa; yaradanın, sanki kendilerini yaratırken daha bir özen göstererek yarattığına inanan aklı evvellerin, karizmaları baya baya yerle bir oluverdi.
Yerden çiğdem biter gibi çoğalan WEB sitelerinde, haber portallarında, (bu arada “portal” kelimesinin de TDK Sözlüğünde “Ana Kapı” anlamına geldiğini biraz önce öğrenmiş bulunmaktayım.) internet gazetelerinde kendisine açtığı köşelerde, eli kalem, pardon klavye tutan herkesin “köşe yazarlığı” yaptığı bir zamanı yaşıyoruz.
Eskiden ben, “yazarlık” falan denildiğinde, Yazarlık Okullarından, Edebiyat Fakültelerinden, Dil ve Gazetecilik Okullarından mezun olma şartları falan arandığını sanırdım. Yani “yazarlık” payesi alınabilmesi için, bunun bir okulu bulunduğunu, dolayısıyla “yazarlık” belgesi, diploması, lisansı ne bileyim ben, bu saydıklarıma benzer bir vesakası falan olmalı” sanırdım. Bunun böyle olduğunu bana söylemiş olan birisi falan olduğundan değil, ben kendimi o hizmeti yapanların çok saygın, hiç kimsenin bilmediği şeyleri bilen özel insanlar falan olduklarını düşünürdüm. Belki de bu durumu; yukarıda da bahsettiğim “yazar”ların “hüsnü kuruntulu” hallerinden kendim de etkilenip bundan dolayı onlara yakıştırmış da olabilirim.
Sonra öğrendim ve gördüm ki; “yazar” olmak için hiç de bu işin mektebine gitmeye, ihtisasını yapmaya falan gerek yokmuş.
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Yazımın okunma sayısı saniyede yüzleri buluyordu. Kısa sürede on binlerce okuyucu yazılarımı okumaya başlamıştı. Bahsettiğim haber sitesinin Anadolu’daki bütün yerel internet siteleriyle bağlantılı olması, Ülkemizin her bir bölgesinden on binlerce insanın şahsımın yazılarını takip ediyor olduğu gerçeğini ortaya koyuyordu.
Köşemi takip ettikten sonraki ilk işim; hemen Google arama motoruna girip, ismimi yazarak, durumumun hangi merkezde olduğunu gözümle görmek ve merakımı gidermek oldu. İsmimi yazdığımda karşıma çıkan onlarca sayfada Anadolu’dan yayın yapan yüzlerce sitenin köşe yazılarında resmimin ve ismimin dolaştığını gördüm. Elbette çok heyacanlandım, kendimle de gurur duydum bir an...
Sonraki zamanlarda da, benzer bir girişimde bulunmadım.
Asıl geleceğim nokta şurasıydı:
Birtakım yerlerde iki satır yazı yazdığı için, “yazar”, “şair”, “araştırmacı yazar”, v.b. sıfatları bizzat kendisi, üzerine kondurarak, kendisini “şeyhülmuharririn” (yazarların öncüsü, ustası) gibi gören, kendisini olmadık isimlerle okuyucuya pazarlamaya çalışan, “zavallı” (acınacak kadar kötü durumda bulunan) bir kesim var. Şahsım da öyle bir görüntü vermişsem eğer, tüm okuyanlardan, beni tanıyanlardan sonsuz kez özür diliyorum. Ben sadece yazmayı seven, bunu da paylaşmaktan hoşlanan, amatör kılıklı bir adamım.
Ancak; yazılarında mutlaka bir başkasına sataşmak ihtiyacı içinde olanlar, başkalarına sürekli olarak hakaret dili kullananlar, illaki karşısında kavga etmek için muhatap arayanlar, kullandığı üslup ile devamlı surette kalp kıranlar, küfürbaz yapılı, diğerini mutlaka aşağılama ifadeleriyle anmak üzere kurgulanmış, tatlı dilden, güler yüzden mahrum, insanlar içine sürekli olarak nifak tohumları eken ama kendi isminin önüne de “YAZAR” sıfatını kolaylıkla konduruverenlerin de varlığına şahitlik ettikçe, onların adına utanmayı da kendimde insani bir görev sayıyorum.
Utanıyorum...
Böylelerinin, unutmamaları gereken en önemli husus; YAZARLIĞIN diğer adının EDİPLİK olduğudur.
EDİP, edepten gelir. EDEP ise, “toplum töresine uygun davranma” şeklinde tanımlanmıştır.
Edebiyle davranmayan hiç bir insan, asla EDİP olamaz.
Kimse de kendi kendine “yazar” olamaz. Bu sıfatlar, "toplumun töresi ve onun takdiri" ile alakalıdır.
Ve Yunusça;
“Edebim el vermez edepsizlik edene...
Susmak en güzel cevap, edebi elden gidene.”
Saygılarımla.
Tayyar Yıldırım