Teknoloji bizi, refaha mı yoksa karanlığa mı sürüklüyor?
İnsanoğlu, her geçen gün atalete sürükleniyor farkın da mıyız?
Günümüzde, çocuk doğduğundan itibaren hazıra konuyor artık.
"İstediği önünde, istemediği ardında..."
Daha doğar doğmaz, bin bir türlü imkanın içinde buluyor kendini.
Anneler babalar, kendilerinde görmediklerini çocuklarına, sular seller gibi akıtmakta yarışıyorlar.
Çocuk, gözünü açar açmaz, rengarenk bir dünya karşılıyor onu. Oyuncaklar, hazır yiyecekler, zorunlu ihtiyaç maddeleri, hemen hepsi ayağa kalkmadan bile elini uzattığı mesafeden alınacak şekilde yanı başında durmakta...
Kısaca; “gak deyince et, guk deyince süt...”
Annelerin önemli bir bölümünün iş hayatında olmaları, çocukların başka eller tarafından yetiştirlmesine neden oluyor. Yani başka eller, başka çocukların üzerinde dolaşmakta gün boyu...
Ana sevgisi çeyrek çeyrek, baba sevgisi yarım yarım...
Daha bebek yaşlarında anne şefkatinden, sevgisinden uzakta, robotlaştırılan bir hayata hazırlanıyor mecburen.
Beynine bilgi yüklenmesine, ilkokula başlama yaşından daha önceki yaşlarda başalanıyor... 3-5 yaşlarında, kitapla defterle tanıştırılan çocuklar; elleri ayakları toprakla buluşmadan, yüzleri gözleri güneşle tanışmadan, gönülleri çiçeklerden, yeşilliklerden uzakta, beton duvarlar içinde, elektronik aletler üzerinden; yalancı ormanlarda, yalancı kırlarda, yalancı tarlalarda, yalancı ırmaklarda, sanal dağlarda gezdiriliyor.
Gölgede yetişen marul misali çocuklar...
Beslenme vakitleri marifetiyle hazır yiyecekler, rengarenk içeceklerle yükleme yapılıyor midelerine...
Her şey hazır emirlerine...
Ders çalışmaktan gayrı, geleceğini garanti altına alması için başka hiç bir seçeneğin sunulmadığı, kendi özgür iradelerine teslim edilmediği, sürekli olarak; “düzenli, displinli, eğitimli bir insan olmak” fikrinin aşılandığı, geleceğin dünyasının kuşakları yetiştirilmeye çalışılıyor...
Devlet yurtları, özel yurtlar, her şeyi ayağına getiren tatil turları marifetiyle kendi yemeğini hazırlamaktan uzak, kendi ekmeğini yapmaktan aciz, kendi suyunu doldurmaktan sıkıntı duyan, sofradaki eksik tuzluğu dahi gidip mutfaktan almaya üşenen bir nesil yetişiyor.
“Sen yeter ki ders çalış. Ekmeğin de benden, yemeğin de benden, içeceğin de benden, çerezin de, kırıntıntın da, meyven de benden. Hatta meyveleri soyup, çekirdeklerin içini çıkarıp koyarım önüne” diyerek iyilik yapıldığı sanılan bir gençlik yetişiyor ülkemde...
Kendi ayakları üzerinde değil, başkalarının dizleri üzerinde başkalarının pışpışlaması ile yetişen bir nesil...
Yeryüzündeki bütün insanların, sadece ve sadece boğazlarıyla ilgili olan meselelerini halletmek üzerine kurulmuş dünya düzeni... Petrolleri, doğalgaz kaynaklarını, verimli toprakları, stratejik denizlerin ve karaları bahane ederek meydana getirilen savaşların, kavgaların bütün sebebi, sadece onların boğazlarını doyurabilmek...
En nadide tatil yerlerine ulaşmak arzuları, en lüks evlerde yaşama istekleri, en güzel arabalara binme hevesleri, tertemiz havayı, suyu barındıran bölgelere sahip olma talepleri, sadece ve sadece insanoğlunun yaşama arzularından kaynaklanan sonuçlardır. Sadece boğazı doyurabilmek için insanoğlunun giriştiği acımasız rekabet yarışları...
Bir yandan; havasını, suyunu, toprağını anbean yok etmeye çalıştığımız dünyamızda, buna paralel olarak da insanımızı, insanlığımızı yok etme çabalarını üzüntü ile seyretmekteyiz.
Benim zamanımdaki okullarda turşu yapmasını öğretirlerdi. Marmelat, reçel yapmasını, ağaç dibi bellemesini belletirlerdi... Ağaç kütüklerinden havan, saman çöplerinden tablolar yapmayı öğretirlerdi. Ben "Devlet Parasız Yatılı" okudum ama yapılan yemeklerin malzemelerini bize hazırlattırırlardı. Patates soymasını, soğan doğramasını öğretirlerdi... Bulaşıklarını yıkatırlar, tabaklarını kurulatırlar, masaları düzenletirlerdi. Yatılı okuma fırsatı bulamayanlar ise bir kaç arkadaş birlikte kaldıkları evlerde, yemeklerini kendileri yapar, evlerini kendileri süpürür, pantolonlarını, gömleklerini kendileri ütülerlerdi. Hulasa, hayat bize sorumluluklar yüklerdi. Yalnız kalma gerçeğini ve kendi başımıza hayatta kalma, hayatı idame tatbikatları yaptırırlardı.
Bize boğazımızı doyurmanın yollarını öğretmekten gayrı, gönüllerimizi doyuracak türküleri de öğretirlerdi.
Bütün dünyanın tanıdığı eşsiz bestekarlar, dünya çapında ressamlar, saygıdeğer sanatçılar, örnek alınacak seviyede beyefendiler, hep o kültürün, o eğitimin, o öğretimin neticesinde yetişmiş insanlardı.
Ya şimdiki nesil? Ya gelecek neslimiz?
Geleceğimizi karartan; amaçsız, üretimsiz, hayalsiz, sevgisiz, duygusuz bir nesil ile bu güzelliklerden mahrum bir dünya meydana getiren herkese, böyle bir ortamı oluşturmak için projeler geliştiren ve projelere balıklama atlayan gelmiş geçmiş tüm yöneticilere, kısaca çorbada tuzu olan herkese şahsım adına hakkım haram olsun.
Yeni eğitim öğretim yılımız da, tüm milletimize hayırlı olsun.
Tayyar Yıldırım