All for Joomla All for Webmasters
  • 1200 TL EK ÖDEME ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

    1200 TL EK ÖDEME ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

  • ASB. GÖREVE BAŞLANGIÇ DERECESİ YASA TEKLİFİ ÜZERİNE

    ASB. GÖREVE BAŞLANGIÇ DERECESİ YASA TEKLİFİ ÜZERİNE

  • Muhtarlar ihya oldu, biz ise

    Muhtarlar ihya oldu, biz ise "fakire bir sadaka" turları yapıyoruz

  • İKİ SEÇİM- İKİ SONUÇ

    İKİ SEÇİM- İKİ SONUÇ

  • TEMAD'IN SEÇİMİ

    TEMAD'IN SEÇİMİ

  • TEMAD İÇİN KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ

    TEMAD İÇİN KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ

  • Dernekler Yönetmeliğinde Önemli Değişiklikler

    Dernekler Yönetmeliğinde Önemli Değişiklikler

  • Emekli Asb. Fahrettin Bağrı İyi Parti Grubunda Astsubayları Anlattı

    Emekli Asb. Fahrettin Bağrı İyi Parti Grubunda Astsubayları Anlattı

  • DÜNYA ASTSUBAYLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN

    DÜNYA ASTSUBAYLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN

  • Hamza Dürgen'in Sinan Engin'den ne farkı var?

    Hamza Dürgen'in Sinan Engin'den ne farkı var?

  • TEMAD’da İhraçlar ve Yalanlar…

    TEMAD’da İhraçlar ve Yalanlar…

  • HAMZA DÜRGEN’İ TEMAD’IN BAŞINA GETİRENLERE AÇIK MEKTUP!

    HAMZA DÜRGEN’İ TEMAD’IN BAŞINA GETİRENLERE AÇIK MEKTUP!

  • DELEGE OYUNLARINA DİKKAT! HATA MI, KASIT MI?

    DELEGE OYUNLARINA DİKKAT! HATA MI, KASIT MI?

  • ASTSUBAY KAMUOYUNA DUYURU

    ASTSUBAY KAMUOYUNA DUYURU

  • Aylık olarak verilen 100.00 TL.yi alıyor musunuz?

    Aylık olarak verilen 100.00 TL.yi alıyor musunuz?

  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
  • 11
  • 12
  • 13
  • 14
  • 15
Pazartesi, 10 Ekim 2016 16:33

"Han Duvarları"

Öğeyi Oyla
(0 oy)

Önceki gün Ömer Halisdemir'e giderken, "Han Duvarları"nın yazıldığı o mekanlardan da geçtik doğal olarak.

O yerlerden geçerken, Faruk Nafiz Çamlıbel ve "Han Duvarları" isimli şiiri geldi aklıma.

O anları yaşayarak gittim Ömer Halisdemir'e...

Kısaca Faruk Nafiz Çamlıbel'i de tanıyalım.

"18 Mayıs 1898 yılında İstanbul’da dünyaya geldi.

İlk ve orta öğretimini Bakırköy Rüştiyesi ile Hadika-i Meşveret İdadisi’de tamamladı. Şiire çocuk yaşlarda başladı. Yazarın ifadesine göre ilk şiiri “Saat”, "Çocuk Dünyası" adlı bir dergide yayınlandı (1914).

Bir süre tıp öğrenimi gördükten sonra okuldan mezun olmadan ayrıldı ve gazeteciliğe başladı.

1922’de Kayseri Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Kayseri’ye yolculuğunu, "Han Duvarları” adlı uzun şiirinde anlattı. Şiiri, Osmanzade Hamdi Bey’e ithaf etti.

Kayseri’de kaldığı iki yıllık dönemde Milli Mücadele’nin havasını çok yakından yaşadı. Geleceğin ünlü şairi Behçet Kemal (Çağlar) onun Kayseri Lisesi’nde öğrencisi oldu. Şair, Kayseri Lisesi’nin marşını da kaleme aldı. Uzun süre öğretmenilk ve 1946'dan 1960'a kadar milletvekilliği yaptı. 8 Kasım 1973 günü bir gezi sırasında hayatını kaybetti."

Ve şu cümleyi de kurayım da öyle başlayalım HAN DUVARLARI'nı okumaya...

Faruk Nafiz Çamlıbel'in Han Duvarları isimli eserini baştan sona bir kez olsun okumayan, "Anadolu'da yaşadım, yaşıyorum" demesin. Türk Edebiyat tarihinin bir şaheseridir o. Böyle şaheserleri okuyup da, şöyle bir kaç kelimeyi tekraren yan yana dizip, şiir yazdığını zanneden ve "işte benim eserim" diyerek pazarlayanlarımızın da kulakları çınlasın...

Çok uzun diyerek korkmayın. Şiir bitince, gözlerinizden iki damla yaşın inmesini garanti ediyor şiir.

Hadi birlikte başlayalım okumaya...

HAN DUVARLARI
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, 
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... 
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya, 
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya. 
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! 
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, 
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... 
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları, 
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, 
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına. 
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, 
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. 
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. 
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince 
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi. 
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine. 
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali, 
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali, 
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan 
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor, 
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor... 
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine 
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan; 
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu, 
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı, 
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı. 
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri 
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya 
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya. 
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor, 
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı 
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler 
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler... 
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı, 
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı; 
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler, 
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler... 
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken, 
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken 
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; 
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa 
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
 
 
                                              "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan 
                                              Baba ocağından yar kucağından 
                                              Bir çiçek dermeden sevgi bağından 
                                              Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi. 
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş; 
Araya gitti diye içlenme baharına, 
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri 
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, 
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor... 
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar, 
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide, 
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden 
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla, 
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü; 
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü... 
Gönlümde can verirken köye varmak emeli 
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!" 
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana 
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş 
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
 
                                                   "Gönlümü çekse de yârin hayali 
                                                  Aşmaya kudretim yetmez cibali 
                                                  Yolcuyum bir kuru yaprak misali 
                                                  Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde 
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
 
                                                "Garibim namıma Kerem diyorlar 
                                                 Aslı'mı el almış haram diyorlar 
                                                 Hastayım derdime verem diyorlar 
                                                 Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi. 
Aradan yıllar geçti işte o günden beri 
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim, 
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Ek Bilgi

  • Facebook Yorum:
    Share on Myspace
Okunma 5439 defa

You have no rights to post comments