Demokrasi, metin olarak Yunanca’daki “Demos” ve “kratos” kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşmakta, buna da “halkın iktidarı” denilmektedir.
Eski Yunanda sadece özgür yurttaşların siyasal katılımından söz edilirken, çağdaş demokrasilerde ise seçme yeterliliğine sahip tüm vatandaşların siyasal katılımından söz edilmektedir. Bu katılım uygulanan demokrasi çeşidine göre farklılıklar göstermektedir. Ülke nüfuslarının yüksek olması, doğrudan halkın katılımının sağlandığı saf ve ideal demokrasi uygulamasını olanaksız kıldığından, günümüz demokrasileri genellikle temsil esasına dayanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 6’ncı maddesinin bir ve ikinci fıkraları; “Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir.”, “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.” diyerek egemenliğin asıl kaynağı ve sahibinin millet olduğu vurgulanmış ve temsili demokrasinin benimsendiği belirtilmiştir. Egemenlik yetkisini kullanan bu organların millete karşı sorumlu olması gerekmektedir. Bu ilişki bir tür vekâlet ilişkisi olup, millet ile organlar arasında yapılmış toplumsal bir sözleşmeye dayanmaktadır.
Yasama, yürütme ve yargı; gücünü milletten almıyorsa, milli egemenlikten, dolayısıyla demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Çağdaş batı demokrasilerine ışık tutan 26 Ağustos 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nin 3. maddesi; “Her egemenliğin özü esas olarak millettedir. Hiçbir heyet, hiçbir fert açıkça milletten kaynaklanmayan bir otoriteyi kullanamaz.” diyerek, milletten kaynaklanmayan hiç bir otoritenin kullanılamayacağı belirtilmiştir.
Millet, egemenliğin kullanılmasında doğrudan veya dolaylı olarak etkin değilse, ideal anlamda demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Millet, yasama ve yürütme faaliyetlerine doğrudan veya dolaylı olarak bir şekilde katılmaktadır. Milletin katılmadığı, temsil edilmediği tek kuvvet ise yargıdır. Yargı gücünü millet adına kullanan görevliler, yargıçlardan oluşan bir heyet tarafından seçimle atanmaktadır. Yargıçları seçimle atayan heyetin üyeleri de yine yargıçlar tarafından seçimle görevlendirilmektedir. Hâkimlerin bizzat hâkimler tarafından seçilmesi sistemi, bir zümre hâkimiyetine yol açabileceği gibi, siyaseten halka hesap verme zorunluluğu olmayan kişilerin halktan tümüyle kopmalarına da yol açabilecektir. Bu da yüksek mahkemelerin ve hâkimler ve savcılar yüksek kurulunun faaliyetlerini denetim dışı bırakacaktır. Kuvvetler ayrılığı prensibinin uygulanabilmesi için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyelerinin yüksek yargıçların ve savcılarında belli sürelerle halk tarafından seçilmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere, yargıçlar kararlarını “Türk Milleti Adına” vermektedir. Millet, kendi adına karar verme yetkisini, hangi ilişkiye dayanarak yargıçlara vermiştir? Bu durum incelemeyi gerektiren bir husustur.
Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesinin kuruluş yıllarında Federalistler ile Cumhuriyetçiler arasındaki tartışmalarda; yargı denetiminin tehlikeli sonuçlarından endişe eden bir temsilci, bu konudaki korkularını şöyle açıklamıştır: «Yasama organının iktidarını kötüye kullanmasından hiç korkmuyorum. Çünkü bu organ iki yılda bir halk tarafından seçilmekte ve halka karşı sorumlu bulunmaktadır. Bunun gibi, yürütme organının iktidarını kötüye kullanması da beni ürkütmüyor. Çünkü o da dört yıllık sınırlı bir dönem için iş görmektedir. Ama beni gerçekten korkutan şey, öteki organları kontrol imkânına sahip olan yargı organının bütün iktidarı ele geçirmesidir.» (1)
Gerçekten de, yasama ve yürütme organları iktidarları kötüye kullandıklarında, milletin bunları değiştirme olanağı her zaman vardır. Ancak yüksek yargıçların yetkilerini kötüye kullandıklarında, bunları düzeltme olanağı ise yoktur. Yasama ve yürütme organları, halk ve yargı tarafından denetlenmekte; mahkeme kararı veya seçimlerle de görevlerinden uzaklaştırılabilmektedir. Ancak yüksek yargı organları ile hâkimler ve savcılar yüksek kurulu üyelerinin seçiminde ve görevden uzaklaştırılmalarında hiçbir şekilde halkın iradesi bulunmamaktadır. Örneğin, Anayasa mahkemesinin verdiği hatalı kararları denetleyecek hiçbir organ ve kurum da yoktur. Eğer Yüksek mahkemenin üyeleri halk tarafından seçilmiş olsaydı. Halk bu denetimi seçimler vasıtasıyla yapabilecektir.
Av. Mehmet Ali TAYANÇ