Durmadan çalışmak, durmadan yarışmak, benzer konumdaki yakın insanlara karşı husumet duymak gibi yeni yeni olgular insan’ın insan’dan uzaklaşmasına; bu çalışma ve yarışma ortamında kendisine karşı bile acımasızlaşmasına, temel/doğal durumlarını bile ertelemesine, kendisinin dışında herkesi bir hasımlar ya da düşmanlar “kitlesi” olarak görmesine yol açmaktadır. Küçülen insan, sistem karşısında daha da yalnızlaşmaktadır.
Bu yapı içerisinde yerini ve safını belirlemekte zorlanan devletler gibi, bireyler de kendini tarif etmekte zorlanmaya, kim olduğu, nerede ve nereli olduğunu sorgulamaya başlamaktadır. Birey bir anda biri veya birilerini seçmek zorunda olduğu yüzlerce kimlikle karşılaşmakta ve bu onun iç yapısında ve dışında çatışma ile karşılaşmasına, yalnızlaşmasına ve bir hiçliğe doğru gitmesine ve sunulanı aynen kabul etmesine, bir kemik yığınından pek de farklı olmadığına yol açmaktadır. Yaşamını sürdürmek isteyen birey de, güçlü bir veya birkaç kimlik yerine, onlarca, fakat güçsüz, çabuk yıpranabilen, yok olabilen ve bunun neticesinde bireyi kendisiyle bile çatıştırabilecek kimlikleri bünyesinde taşımaya zorlanmaktadır. Bununla başa çıkamayan birey, çıkış noktası olarak yalnızlığa, kapanmaya doğru bir yolla girmek zorunda kalmaktadır.
Bu bir doğal süreç değil, bireyin kendisini yalnızlaştırma tercihidir. Bu tercihi, kibir, ego, narsist duygular yaratarak, insani değerlerden uzaklaşma ve gerçekleri görememe, temsil ettiği kitlesine de adalet ile yaklaşamamasını sağlar.
Saygılarımla,
İbrahim SÖKMEN