Vatan söz konusu olduğunda Orhan Veli Kanık’ın o kısacık dizelere sığdırdığı sayfalar dolusu anlatım içeren şiiri gelir aklıma.
“Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik.”
Hala değişmedi bu denklem kimimiz ölüyoruz, kimimiz nutuk söylüyoruz.
*****
Çocukluk yıllarımda Aydın’da ikamet eden amcamı ziyaret için yaptığımız otobüs yolculuklarında Milas, Yatağan, Çine üzerinden yolculuk yapardık. Dönüş yolculuğunda Aydın’ı çıkar çıkmaz sola ayrılan Dalama yolunun köşesinde yamaçta kurulu bir askeri birlik ve çok geniş bir alana yayılan bu mühimmat birliğinin arazisinde zemine taşlarla yoldan okunacak şekilde yazılmış Atatürk’e ait bir söz her seferinde dikkatimi çekerdi. “Görevini en iyi yapan vatanını en çok sevendir”.
Ne anlamlı bir söz değil mi? Yıllar geçti Asubay oldum hep bu sözün etkisinde kaldım. Görevimi en iyi şekilde yapmalıydım. Ne de olsa Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk “VATANSEVER” olmanın ölçütünü böyle koymuştu.
Meslek hayatımın ilk 10 yılında çalıştığım iki gemide yaşadıklarım bunu pek de doğrulamıyor, uygulamada görevini en iyi yapmış olmak yetmiyordu. Çoğu zaman kılık kıyafet, amir ve üstlerle olan ilişkiler görevden daha önemli görülüyor ve değerlendirmeler buna göre yapılıyordu.
Örneğin aylar süren gemi ile rotasyon görevlerinde ilginç olaylar yaşanabiliyordu. Gökçeada’nın güneyine demirlendiği zamanlarda geminin tek vasıtası balıkçılık faaliyetlerinde kullanılıyor. Vasıta ile ağ atmaya giden muteber subay ve asubayların avladığı balıklar ambalajlanıp Ankara’ya gönderiliyor bunun için de bir Asubaya izin verilip görevlendiriliyordu.
Yine Gökçeada’nın güneyinde seyir halinde olduğumuz bir gün öğle yemeğinden sonra branş erlerimi toplayıp bakım tutum faaliyetleri için iş bölümü yapmak üzere iken Gemi Komutanı Yarbay yanımıza geldi. Öyle bunaltıcı bir hava vardı ki eğitim kıyafetimin kepi elimde idi uzun kollu olan kıyafetimin kollarını da dirseklerime kadar sıvamış idim. Komutan benden bir yıl kıdemsiz asubay arkadaşım ve 7 erin önünde beni başımda kep olmaması ve kıyafetimin kollarını sıvamış olmam nedeniyle azarladı ve erlerden birine bana İkinci Komutanı çağır diyerek emir verdi. Bu arada Komutanın da başında kepi yoktu. Geminin İkinci Komutanı geldi manzara tam evlere şenlik. Eğitim kıyafeti üstünün etekleri dışında, başında kep yok ve elinde bir tesbih. Komutan İkinci komutana emrini verdi bu asubayı en şiddetli şekilde cezalandırın. Sonra da ardına bakmadan çekip gitti. Gözümün önüne Aydın’daki o Askeri birliğin bulunduğu tepeye yazılmış söz geldi. (*)
Gökçeada’nın güneyinde tek gemi seyir halinde etrafta bizi görebilecek kimse yokken vardiyada olmayan diğer personel salonlarda istirahat edip bir kısım personel de geminin kıç tarafında üstlerini çıkarmış güneşlenirken vardiyada olmayan ben limanda eksik kalan işlerimizi yapmak için çaba göstermeme rağmen en şiddetli şekilde cezalandırılacaktım. Gerekçe kıyafetimin uygunsuzluğu. Hem de tıpkı benim gibi kıyafeti uygun olmayan komutanın emri ile yine kıyafeti uygun olmayan İkinci komutan tarafından. Öyle de oldu.
Askerliği ve denizciliği en az benim kadar seven birçok asubay yukarıda anlattığım türden uygulamalarla meslekten soğutulmuştur. İlerleyen yıllarda yine görevimizi en iyi şekilde yapmaya devam ettik ancak bu tür olaylar hep içimizde bir yara olarak kaldı.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin içindeki aile bağları, aidiyet duygusu bu tür uygulamalar varken nasıl güçlü olabilirdi dediğinizi duyar gibiyim. Evet, zaten ol(a)madı da. On yıl önce başlayan isimli kumpas davalarında bunu gördük. Türk Silahlı Kuvvetlerinin asli unsurlarından olan Asubaylar yıllarca maruz kaldıkları ötekileştirme ve ayrımcı uygulamalar yüzünden bu davalar sürecinde nasıl bir duruş sergileyecekleri hususunda bocaladı. Nasıl bocalamasın ki? Yıllarca TSK’da ev sahibi gibi değil kiracı gibi görülmüşlerdi. Örneğin subay, asubay herkesin atama ile geldiği gemilerde yaşanan birçok olayda komuta kademesi asubaylara hitaben “ben gemimde” ile başlayan nutuklar atmıştı. Oysa gemiler hepimizindi. Ama hiçbir zaman gemilerin ve birliklerin bizim yani hepimizin olmasına müsaade edilmedi. Memleket meseleleri için de durum pek farklı değildi. Okuyan kendini geliştiren memleket meselelerini kendisine dert eden asubay sakıncalı idi. Okuduğu kitaba, gazeteye ve dinlediği müziğe göre fişleniyor ve takip ediliyordu.
İşte bu davalar sürecinde TSK’yı şekillendirme amaçlı operasyonlar başladığında kiracı gibi görülen ve öyle hissetmeleri sağlanan asubaylar bu gerçekleri görmelerine rağmen etkili bir refleks geliştir(e)medi.
Sonra ne mi oldu? Sonra da bu davalarda bedel ödeyen subaylarımızın ve kısmen de asubaylarımızın serzenişleri başladı. Asubaylar ve onların emeklilerinin örgütlendiği TEMAD bu davalar sürecinde bizlere sahip çıkmadı şeklindeki yakınmaları sık sık duyduk.
Evet, TEMAD kurumsal anlamda bu sürece müdahil olmadı ancak birçok yerde asubaylar bu davalarla ilgili destek eylemlerine katıldı. Destek eylemlerine katılmayanların büyük çoğunluğu da toplumun birçok kesiminde gördüğümüz düzmece kanıtlar ve algı operasyonları ile gerçekleştirilen linç kampanyalarına katılmadı.
2008 Yılında TEMAD Genel Başkanlığınca yapılan basın açıklamasında ise “Medya mahkemeleri kuruldu” başlığı altında süreç değerlendirmesi yapılarak yaşananlara eleştiri getirildi.
TEMAD’ın sessiz kaldığı eleştirilerini yaparken bu süreçte TSK’nın kurumsal olarak kendi personeline sahip çıkmamış olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak gerekir. TSK Üst Kademesince “hukuka saygı” söylemine sığınarak yapılan açıklamalar olmayan hukuktan medet ummak anlamına geliyordu.
Günümüzde Asubayların TSK içindeki konumu ve özlük hakları hususlarında geçmişin yanlış uygulamalarının azalsa da devam ettiğini görmekteyiz. 1 Kasım seçimleri öncesi Başbakan ve Genelkurmay Başkanı tarafından verilen sözlerin 1/3’ü gerçekleştirilmiştir. Özellikle tüm emekli asubayları da ilgilendiren TAZMİNAT ve Göreve Başlangıç dereceleri sorununun çözümünde hem Hükümet hem de Genelkurmay Başkanlığı topu taca atmıştır.
6 Ay gibi bir sürede, sözleri veren Başbakan Ahmet Davutoğlu görevi bırakmak zorunda kaldı. Yerine Sn. Binali Yıldırım Başbakan oldu. Asubay toplumu Binali Yıldırım adını İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı döneminde İzmir şubelerine yaptığı ziyaretlerde duydu. Hatta bir ziyaretinde Milli Savunma Bakanını bizzat arayarak konuşmayı telefonun hoparlöründen dinlettiği ballandıra ballandıra anlatılmıştı sosyal medya paylaşımlarında.
Binali Bey şimdi en yetkili makama geldi. Seçim dönemlerinde Asubaylara gösterdiği ilgiyi, Başbakanlığı döneminde çözülmeyen sorunları çözerek gösterecek mi hep beraber göreceğiz.
*****
Yukarıda okuduğunuz satırlar Değerli Meslektaşım Cafer Uyar’ın “Vatansever” isimli kitabını okurken ve okuduktan sonra hafızamın bana düşündürdükleri ile yazıya döküldü.
Cafer Uyar kitabında Balyoz davası sürecinde yaşananları yaşayan birisi olarak etkili bir kurgu ile anlatmış. Etkilendim. Okumanızı öneririm. TSK’nın kimyasını değiştirmek için TSK içinden işbirlikçilerin nasıl devşirildiğini ve komuta kademesinin bu süreçteki acizliğini gözler önüne sermiş.
İsimli davalarda bedel ödemiş tüm VATANSEVER’lere geçmiş olsun dileklerimi sunarım.
Umarım TSK’ya yönelik ilk kumpas dava olan Şemdinli davasından hüküm giymiş Asb. Ali Kaya ve Asb. Özcan İldeniz kardeşlerimize kurulan kumpaslar da gün yüzüne çıkarılarak tutsaklıkları sona erdirilir.
Kalın Sağlıcakla…
Halil Ergenli
(E) Dz. Asb. Kad. Kd. Bçvş.
(*) Bu olaydan yıllar sonra eğitim kıyafetlerinin kollarının sıvanarak kullanılabilmesi için düzenleme yapıldı.